Cazlama!

Biz biliyoruz da mı dinliyoruz?
"Caz" adı altında duyduklarımı anlatmaya yelteniyorum. Mesele bundan ve parçayı dinlemek için Listen / Dinle ikonunu tıklamanızdan ibaret. (Elbette buraya tanıtım amacıyla eklenen eserlerin tüm hakları kanuni sahiplerine ait.)
Web Analytics Made Easy - Statcounter

Chico Buarque, Tanrı seni kutsasın!

Chico Buarque (ya da Francisco Buarque de Hollanda) 1944 yılında Rio de Janeiro’da hali vakti yerinde, sanatla iç içe bir ailenin çocuğu olarak doğuyor. 1964’te solcu başkan João Goulart’a karşı ABD destekli darbe sonrası ülkeyi 21 yıl yönetecek olan askeri cunta iktidara geldiğinde, Antônio Carlos Jobim ve João Gilbert gibi bossa nova devlerinin izinde giden genç bir müzisyen. Özellikle yazdığı sözlerle ön plana çıkan Chico yeteneğinin ve müzisyen çevrelere yakınlığının (eh biraz da yakışıklılığının) etkisiyle hızla yükselişe geçiyor. 

60'lardaki politik ve müzikal gelişmelerden etkilenen Brezilya'nın kımıl kımıl müzik sahnesinde (sözleri olmasa da) besteleri arkadaşları tarafından geleneksel kalmakla eleştirilse de adı ümit vaad eden gençler arasında anılıyor. 1968’de bir şarkısı yüzünden bir süre içeride “misafir” ediliyor. Ne var ki ilerleyen günlerde cuntanın baskısından diğer müzisyenler gibi nasibini alıyor. 1969’da Brezilya’yı terk edip 18 aylığına çocukluğunun bir kısmını geçirdiği İtalya'ya postalanıyor. Roma günlerinde Ennio Morricone ile İtayanca bir albüm yapıyor. Aşağıdaki parça, cuntanın onu 1968'de içeri atmak için bahane olarak kullandığı Roda Viva'nın (Dönmedolap) İtalyanca versiyonu.


Brezilya'ya 1971’de “Construção” albümüyle tabiri caizse bomba gibi dönüyor. Albüme adını veren parça, bir inşaat işçisinin son gününü ve trajik ölümünü anlatıyor. Bossa novaya senfonik bir düzenlemeyle birleştiren eserde, dil müzikle o kadar iyi örtüşüyor ki sözleri anlamasanız da sizi içine çekip esir edebiliyor. (En azından beni bu şekilde esir aldı. Başta Buarque ve Viglietti'nin yorumları olmak üzere şarkının tüm versiyonlarını bir hafta içinde yüzlerce kez dinledim. Yazmak işe yaramazsa birkaç hafta daha bu şarkıda kalacağım.) 

Parçanın oyuncaklı yanı, üç kıtada farklı isimler için aynı sıfatların değiştirerek kullanılması. Böylelikle aynı olayı anlatan her kıtada anlam ve hikaye değişiyor. Bu zenginlik ve sözlerle iyi oynayarak sansürü aşma becerisi, daha sonra yazdığı romanlarla da gündeme gelecek olan Buarque'nin edebi yeteneğinin bir ürünü. 

Buarque, “protest” şarkılar yapmadığını, sadece toplumsal duyarlılığını ifade ettiğini söylüyor. Nihayetinde zorlu koşullarda çalışmak zorunda kalan işçinin makineye dönüştüğünü ve ölümünün sadece trafiği tıkadığı için insanları rahatsız ettiğini anlatsa da parça (giderek karmaşıklaşan) müziği ve (her kıtada hikayenin perspektifini değiştiren) sözleriyle olağan bir “protest” şarkının ötesine geçiyor. (Şarkının sözlerini aşağıda bulabilirsiniz.)

Parçanın senfonik son bölümü, albümün açılış parçası olan (gümbür gümbür adrenalinli) “Deus Lhe Pague"ye bağlanıyor. Düz anlamı "Tanrı size ödesin” olan bu ifade, “Tanrı sizi kutsasın” veya “Allah sizden razı olsun” diye çevrilebilir. Buarque, her iki parçada da ironiyi beceriyle kullanarak cuntaya “Allah belanızı versin” demekle kalmıyor, (senfonik düzenlemeleri yapan Rogério Duprat'ın katkısıyla) müziği hikayesinin dünyasını kurmak için (saatler, asker adımları, inşaat sesleri, trafiğin gürültüsü, şehrin karmaşası) kuvvetli bir şekilde kullanıyor.

Sonuçta, Brezilya'nın zengin müzik geleneğinde çıtayı yükselten bir önemli bir eser ortaya çıkıyor.

Chico Buarque, Tanrı seni kutsasın! (İyi anlamda.) 

Aşağıdaki versiyonsa bir başka efsanenin, Uruguaylı ozan Daniel Viglietti'nin yorumu. 1974'te İspanyolca söylemiş.


(İngilizce ve İtalyanca versiyonların sözlerini Portekizce ve İspanyolca sözlerle karşılaştırarak yaptığım çeviride sürçülisan ettiysem affola.)

O vakit sevdi, son sefermiş gibi

Karısını öptü, sonuncuymuş gibi

Çocuklarını kucakladı, her biri tek çocuğuymuş gibi

Çekingen adımlarla geçti caddenin karşısına

Tek hamlede tırmandı inşaata, makine gibi

Dört sağlam duvar yükseltti yerden

Tuğla üstüne tuğla koydu büyülü bir planla

Gözleri çimento ve yaşla bulandı

Dinlenmek için oturdu, cumartesi günüymüş gibi

Kuru fasulye pilavına yumuldu, prensmiş gibi

İçti ve hıçkırarak ağladı, kazazedeymiş gibi

Kahkahalarla dans etti, müzik duyuyormuş gibi

Durduk yere takıldı ayağı, sarhoşmuş gibi

Havada uçtu, kuşmuş gibi

Yere yapıştı, pelteymiş gibi

Kaldırımın orta yerinde acılar içinde kıvrandı

Yolun ters yönünde öldü, cesedi trafiği tıkadı

O vakit sevdi, son adammış gibi

Karısını öptü, başka kadın yokmuş gibi

Çocuklarını kucakladı, her biri kayıp evladıymış gibi

Sarhoş adımlarla geçti caddenin karşısına

Tek hamlede tırmandı inşaata, sağlammış gibi

Dört büyülü duvar yükseltti yerden

Tuğla üstüne tuğla koydu mantıklı bir planla

Gözleri çimento ve trafikle bulandı

Dinlenmek için oturdu, prensmiş gibi

Kuru fasulye pilavına yumuldu, en iyisiymiş gibi

İçti ve hıçkırarak ağladı, makineymiş gibi

Kahkahalarla dans etti, sıradaki kendisiymiş gibi

Durduk yere takıldı ayağı, müzik duyuyormuş gibi

Havada uçtu, cumartesi günüymüş gibi

Yere yapıştı, pelteymiş gibi

Kaldırımın orta yerinde acılar içinde kıvrandı

Yolun ters yönünde öldü, cesedi trafiği tıkadı

O vakit sevdi, makineymiş gibi

Karısını öptü, mantıklıymış gibi

Dört pelte duvar yükseltti yerden

Dinlenmek için oturdu, kuşmuş gibi

Havada uçtu, bir prensmiş gibi

Yere yapıştı, sarhoşmuş gibi

Yolun ters yönünde öldü, cesedi cumartesiyi tıkadı

Bir lokma ekmek, altında uyunacak bir çatı için

Doğum sertifikası ve gülme imtiyazı için

Nefes almama ve yaşamama izin verdiğiniz için

Tanrı sizi kutsasın

Boğazımızdan geçen beleş cachaça

Bizi öksürten bu duman ve utanç için

Düşmemiz gereken asma iskele için

Tanrı sizi kutsasın

Yaslı kadının bizi övmesi ve suratımıza tükürmesi için

Kurt sineklerinin bizi öpmesi ve örtmesi için

Ve nihayetinde bizi kurtaracak huzurlu bir son için

Tanrı sizi kutsasın


(Şuraya da “Deus Lhe Pague"yi koyalım.)

The Girl from Ipanema
Getz/Gilberto
Getz/Gilberto

— Herkesin Dilinde Aynı Şarkı Var—

Caz tarihinde yorumlanan parça hangisidir?” sorusunun muhtemel yanıtlarından birisidir, İpanemalı Kız. Bir iddiaya göre 3.600 yorumla parça pinçik edilen bu eserin bestesi Antonio Carlos Jobim'e, Portekizce sözleri de Vinicius de Moraes'e aittir. 

Talihin garip ama tanıdık cilvesi sonucu, ‘Garota de Ipanema'nın bu ticari başarıya ulaşmasının altında,1964 yılında Stan Getz, João Gilberto, Antonio Carlos Jobim ve Astrud Gilberto tarafından icra edilmesi yatıyordu.

Amerikalı tenor saksofoncu Getz sayesinde ulaşılan bu popülarite, sadece bu şarkıyla sınırlı kalmadı. João Gilberto ve Antonio Carlos Jobim'in kurucusu kabul edildikleri bu 'yeni müzik’, 'Getz/Gilberto'nun 1965 yılında En İyi Caz Albümü dalında Grammy ödülü kazanmasıyla ilgiyi üzerine çekti. Ipanemalı altın saçlı kız, Brezilya doğumlu bu yumuşak ve sakin dokunuşlu müzik türünü tüm dünyaya duyurdu. 

Kaçınılmaz olarak, popüler olan her akım gibi, bossa nova'nın bir ucu daha az uğranılan köşelerde kalırken; diğer ucu 'asansör müziği’ / 'yemek müziği’ olmaya kadar uzandı. 

Halbuki 'Garota de Ipanema'nın Pery Ribeiro yorumu, Getz/Gilberto albümüyle bossa nova tüm dünyada patlamadan önce Brezilya'da zaten 'hit’ olmuştu. 

1963 Ribeiro yorumunu aşağıdan dinleyebilirsiniz.


Fables of Faubus
Charles Mingus
Mingus Ah Um

–Ey İktidar, Martaval Okuma!—

Charles Mingus'un Mingus Ah Um albümünde yer alan Fables of Faubus‘u ilk duyduğumda durakladığımı ve parçayı on kez daha dinlediğimi hatırlıyorum. Her şeyden önce asabi alaycılığını bildiğim bu aksi herif için bile aşırı 'şakalı’ ve bir o kadar da öfkeliydi parça. Mingus'un orkestrasyonu ve postbop'un her numarası mevcut olsa da, tekrar eden tema bir pop parçası gibi insanın diline takılıyordu. 

Bestenin ardındaki hikayeyi öğrenince bu vodvil kafasının nedeni anlaşılır oldu: Parça, 1957'de Arkansas Valisi Orval Faubus'un, dokuz siyahi çocuğun beyazların okuluna gitmelerini engellemek adına Ulusal Muhafızları harekete geçirmesini eleştirmek için (ki buna eleştiriden ziyade tarihi bir ayar verme denebilir) yazılmış.

Ne var ki parçanın 1959'da basılan Mingus Ah Um'da sözleriyle yer alması Columbia Records tarafından engellenmiş. Aşağıdaki sözlü versiyon ancak 1960 yılında Candid tarafından basılan Charles Mingus Presents Charles Mingus'ta kendine yer bulabilmiş. Telif nedeniyle Fables of Faubus yerine Original Faubus Fables adıyla anılan bu ikinci versiyonda, ilk yorumu yapan kadro tamamen değişmiş. (Alto saksofonda Eric Dolphy, trompette Ted Curson, davul ve vokalde Dannie Richmond var.)

Fables of Faubus, sanatçıların, muhteris iktidar sahiplerinin ve onların embesil kitlelerinin şuursuz şiddetlerini paramparça edebileceklerini göstermesi açısından özel bir örnek. Faubus'un emri, Eisenhower'ın müdahalesiyle son bulsa da; bu parça on yıllar sonra bile her çalındığında, Faubus ve faşist kitlesinin yerin dibine girip çıkmaları son bulmadı. 

Little Rock Dokuzlusu olarak anılan gençleri, sadece Faubus'un askerlerinin değil, cahil ve öfkeli beyaz kalabalığın da taciz ettiği düşünülürse; Mingus'un isyanının sadece valiye olmadığı anlaşılabilir.

Bu yergi besteye o kadar işlemiştir ki; sözsüz versiyonda bile alaycı bir tavrı rahatlıkla hissedersiniz. Gerçekten de Fables of Faubus, yetenekli bir besteci ve şefin, yetenekli sanatçılarla yaptığı matrak bir parçadır. 

Ya Rab, bizi vurmalarına mani ol!

Ya Rab, bizi şişlemelerine mani ol!

Ya Rab, bizi katrana ve tüye bulayamasınlar!

Ya Rab, ne gerek var gamalı haça

ya da şu Ku Klux Klan'a!

Bana rezil birinin adını söyle, Dannie

(Vali Faubus!)

Neden hasta ve rezil?

(Çünkü karma eğitime izin vermiyor!)

O zaman malın teki!

Yuh size Nazi faşistleri! Yuh size Ku Klux Klan!

Bana bir düzine rezil insan say, Dannie

(Faubus, Rockefeller, Eisenhower)

Neden bu kadar hasta ve reziller, Dannie?

(İki… dört… altı… sekiz)

Beyin yıkarlar, onların öğrettiği şeydir nefretiniz

H-E-L-L-O. Hello. [Hacı naber?]

Take Five
George Mgrdichian, Menachem Dworman, Moulay Ali Hafid & Lou Mavroyannis
The Now Sounds of the Middle East

— Take Five'ı Ortadoğu'ya Geri Getirmek —

George Mgrdichian, 1935 yılında Philadelphia'da Ermeni-Amerikan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Klarnet ile başlayan müzik hayatını ud ile sürdüren Mgrdichian, yerel caz ve folk müzisyenleriyle çalıştı. Sadece Dave Brubeck ve the New York Philarmonic ile çalışması ile değil, aynı zamanda etnomüzikolog kimliği ile de “udu Amerikalılara tanıtan sanatçı” olarak anıldı. 

Ekteki 1969 tarihli Take Five icrası, özgün eserlerden ziyade Arap, Türk, Yunan ve Ermeni türkülerini yorumlamasıyla öne çıkan Mgrdichian'ın yönünü Ortadoğu ve Anadolu'dan Amerika'ya çevirmesi olarak görülse de, mesele aslında böyle değildir.

1959 yılında Paul Desmond'un bestelediği, ilk kez The Dave Brubeck Quartet tarafından çalınan ve Brubeck'in alametifarikası haline dönen bu parça, aslında Mgrdichian'ın ustası olduğu bir müzikal coğrafyanın verdiği ilhamın ürünüdür. Rivayet odur ki; Brubeck bir Türkiye gezisi sırasında sokak çalgıcılarına rastlamış; duyduğu aksak ritmi, cazın 4/4'lük ölçüsünü “al bakalım şu beşi” diyerek esneterek uyarlamış. (Parçanın orijinalini şuradan dinleyebilirsiniz.)

Brubeck'le de çalışmış olan Mgrdichian'ın yaptığı bu parçayla yaptığı iş aslında, Batı'da yaşayan bir Doğulunun, Doğu'ya dair Batılı ilhamı yeniden Doğu'daki kaynağına karıştırma çabası. Böylesi bir yorumlamanın kaçınılmaz sonucu olarak karşımıza keyifli ’parodi’ ortaya çıkmış. (Elbette Mgrdichian'ın sanatına ve ustalığına söylenecek olumsuz bir söz yok.)

Cazın tepesinde olmasa da eteklerine dolanan parça, en azından iki dakikalık hoşça vakit geçirtecek gibi duruyor. Bir de bunun üzerine, ilhamın doğası, eserin orijinalliği ve yorumun sınırları üzerine iki dakika düşünmemizi sağlıyorsa, ne ala!

The Long Goodbye
The Dave Grusin Trio & Irene Kral
The Long Goodbye OST - 1973

– Uzun Bir Elvedanın Farklı Suretleri–

Robert Altman, The Long Goodbye‘ın (1973) film müziği için John T. Williams'tan sadece bir parça ister. Altman'ın aklında, bu parçayı tüm film boyunca farklı yorumlarla kullanmak vardır. Filmin tek parçası olan The Long Goodbye'ın doğuşu böyle olur. (Başlangıçta ve sonda çalan “Hooray for Hollywood” şarkısı bunun istisnasıdır. O da filmi bütünlemekten ziyade, Altman'ın bizi bir hayal dünyasına çekmeden önce ve oradan çıkarırken, bunun bir Hollywood 'zırvalığı’ olduğunu açık açık söylemesine yarar.)

Parça, The Dave Grusin Trio, Jack Sheldon, Clyde King, Jack Riley, Morgan Ames’ Aluminium Band ve Tepotzlan Belediye Bandosu olmak üzere pek çok sanatçı tarafından icra edilir. Filmin baş karakteri Marlowe, farklı toplumsal tabakalarda gezinip, farklı insanlarla karşılaşırken; değişen sadece türdür, müzik değil!  Süpermarket tıngırtısından hippi mırıltısına, 'tango'dan 'mariachi'ye, hatta 'sitar'engiz yoga müziğine kadar kadar farklı türlerde duyulan parça, bir kez de Marlowe tarafından ıslıkla çalınır.  

Bir açıdan baktığınızda The Long Goodbye, kim olursanız - nerede olursanız olun, insanın yalnızlığını anlatır. Çünkü filmdeki -Philip Marlowe ve Roger Wade hariç- tüm karakterler, ’geç kalmış merhabaların uzun birer elveda’ya döndüğünün bilincinde olarak, kendi oyunlarını oynamaktadırlar. Bu parçanın devamlı tekrarı, aynı zamanda, bu oyunun sahte, ikiyüzlü ve çıkarcı doğasını kavrayamayan kahramana (ve elbette izleyiciye) yapılan bir uyarıdır. 

Yol yordam bilen akıllı izleyici, sadece müzikle bile, bu işin sonunun iyi olmayacağını kavrar; ama zeki geçinen detektifimiz Marlowe, müziğin bu tebdil-i kıyafet ihbarlarını ciddiye almaz. Film ilerledikçe, hüzünlü melodisi, alay dolu acı sözleriyle The Long Goodbye, oyunu kurallarına göre oynamayan, küstah ama dürüst bir 'çok bilmiş'in bir tragedya kahramanına dönüşünü anlatır: Parça, sözü dinlenmemiş kehanetin ta kendisidir. Zira o kehanet, ta en başından beri, içinde umut barındırmayan aşk ya da dostluğun saf acıdan ibaret olduğunu söyleyip durmuştur: Çünkü oyunun olduğu yerde, herkes kendini tatminin peşinde, yalnızdır. 

Neyse ki uzun bir elveda (aynen büyük bir uyku gibi) Marlowe için ölüm değildir. Nadiren de olsa kendini dostluk ve aşk gibi iki yüce kavramın getirdiği duygulara kaptıran, kinik ve sarkastik bir kahraman için her zaman köprüden önce son çıkış, bir final katarsis'i vardır. 

Ekteki şarkı, Johnny Mercer'in sözlerini yazdığı, Irene Kral'ın (1932-1978) seslendirdiği bir The Long Goodbye yorumu. Kral'a The Dave Grusin Trio eşlik ediyor. Bir akademi ve 12 Grammy sahibi, besteci, piyanist Dave Grusin (1934- ) film müzikleri konusunda deneyimli bir sanatçı. Bu yüzden, parçanın bestecisi olan gitar ustası John T. Williams'ı piyanoya tercüme etme konusunda doğru bir isim söylenebilir.

Neo-noir tarzında bir detektiflik hikayesi izlemek ve ’uzun elveda'yı 112 dakika boyunca -aynen filmde karşımıza çıkan oyunbaz insanlar gibi- değişik suretlere bürünmüş halde dinlemek istiyorsanız; Raymond Chandler'ın eserinden uyarlanan ve alışılmışın dışında bir Marlowe tiplemesi sunan The Long Goodbye'abir göz atın. 

(Aşağıdaki fragmanda çalan ise Jack Sheldon yorumudur.)

Yèkèrmo Sèw
Mulatu Astatke
Ethiopiques, Vol. 4: Ethio Jazz & Musique Instrumentale, 1969-1974

–Büyük tema asla peşini bırakmayacak!–

Jim Jarmusch'un ’Broken Flowers’ (2005) filmini izleyen pek çok insan, gayet haklı nedenlerden dolayı, film kadar filmin müziğine de vuruldular. (Bazıları filmi, orta yaşlı ve yalnız bir adamın vasat hikayesi ve kötü bir Jarmusch filmi olarak niteleseler de…)

Film, sevgilisi tarafından terk edildikten sonra, 19 yaşında bir oğlu olduğuna dair isimsiz bir mektup alan Don'un (Bill Murray) eski sevgililerini ziyaretleri sırasında başından geçenleri anlatıyordu. Müzik, bu yolculuklardaki “halleri” anlatmada ön plandaydı.

Mulatu Astatke'nin müziği, filmin temasını da belirleyen (ya da onunla paralel giden) Yèkèrmo Sèw, insanı hemen içine alan, biraz savurduktan sonra yeniden aynı yere getiren döngüsel bir tuzaktı. Yolcunun ruhu, sololarla temadan kopmaya çalışsa da, en nihayetinde onun hipnotize edici çağrısına kapılıyor; yeniden ona dönüyordu. 

Bu cezbedici müziğin ve Batı tarafından keşfedilenin aniden değerlenivermesinin sonucu olarak, ilk albümünü filmden neredeyse 40 yıl önce çıkaran, Duke gibi caz efsaneleriyle aynı sahneyi paylaşan, klasik caz ve Latin temalarını Ethiopian jazz (ethio-jazz) adı altında nevi şahsına münhasır bir sentezde buluşturan Mulatu Astatke (1928- ), geniş kitleler tarafından bilinir ve övülür oldu. 

Bu blogun önceki parçasını dinleyenler, Horace Silver'ın ’Song for my father‘ı ile Mulatu Astatke'nin ’Yèkèrmo Sèw’i arasındaki şaşırtıcı yakınlığı hemen fark edecekler. ’Song for my father'a göre daha yavaş akan Yèkèrmo Sèw, Silver'ın babası için yazdığı parçanın adını tamamlarcasına, ’deneyimli ve bilge adam’ anlamına geliyor. Silver her ne kadar bu parçayı Afrika'nın batısındaki Cape Verde adalarına yaptığı bir ziyaretin dönüşünce bestelediğini söylese de, Afrika'nın doğusundaki bir 'sentezci'nin eseri ile bu kadar yakın bir temada ilerlemesi elbette kuşku uyandırıcı.

Silver'ın Astatke'den erken davrandığı bir gerçek olsa da, burada önemli bir noktayı vurgulamak gerekiyor: Astatke bu parçayı,Etiyopya müziğinin Altın Çağı olarak tanımlanan 60'ların ikinci yarısı ile 70'lerin ilk yarısı arasında, Soul Ekos grubunun vokalisti Seyfu Yohannes ile beraber yapmış. Köklerini Etiyopya folk müziğinden alan bu parlak dönemin en önemli simalarından biri sayılan Yohannes'in 26 yaşında ölmesinden sonra, Astatke bazı parçaları sözsüz olarak yeniden yorumlamış.(Yèkèrmo Sèw de bunlardan birisi.) 

İster çalıntı, ister esinlenme, ister Afrika ruhunun farklı bedenlerde tecellisi deyin, Yèkèrmo Sèw Afrika cazı denince ilk akla gelen -hele hele göbeğine sokulmuş o gitar solosuyla- parçalardan birisi olmayı ve bize hayatımızı belirleyen büyük temanın (aşk, bilgelik, Etiyopya, yalnızlık, artık derdiniz hangisi ise) yeniden karşımıza çıkacağını söylemeyi sürdürecek. 

(Seyfu Yohannes'in vokalini yaptığı Yèkèrmo Sèw yorumunu aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz.)

Song for my father
The Horace Silver Quintet
Song for my father

Baba için, babayı aşan bir parça—

“Bu parça özgün bir eserimdir,” diyor Horace Silver, “ama çocukluk günlerimi hatırlatan bir tada sahip. Ailemin fertleri, babam ve amcam dahil, üç ya da dört telli enstrümandan oluşan musiki toplantıları yaparlardı. Babam keman ve gitar çalardı. Bunlar benim için mutlu ahenk yakalama anlarıydı.”

Anne tarafından İrlandalı-Afrikalı, baba tarafından ise Portekiz kökenli olan Amerikalı piyanist ve besteci Horace Silver (1928-) bir Brezilya seyahatinin dönüşünde babası için bestelemiş bu parçayı. Aynı adı taşıyan 1965 tarihli albümün kapağında da fotoğrafı görülen “baba”, Afrika'nın batısında yer alan ve eski bir Portekiz sömürgesi olan Cape Verde Adaları'nda doğmuş. ABD'ye göçtükten sonra Horace'ın annesiyle tanışmış. Böylece dünyaya Afro ve Latin müzikal miraslarını cazda birleştirecek bir ustayı armağan etmişler. 

Song for my father” (Babam için şarkı), bu miras kaynaşmasını / atışmasını, baba - oğul ekseninde, baştan sonra yansıtmayı başarıyor. Parça akmaya başladığında bossa nova ile hard bop‘un melezi olan ana tema karşılıyor insanı. Sütunla sarmaşığın halini andıran bu kavuşmada kaide, babadan geliyor (bossa nova) : Kökleri evladın yabancılaştığı bir yere dayanan, geleneksel, güçlü… Onu saran sarmaşık ise evladın öteki yüzü (hard bop) : Bir yandan o kökten gelen, ama bir yandan kafa tutarcasına ondan ayrık. Silver'ın piyanosundan gelen soul tınılara göre; bu başkalığın içinde annesinden gelen mirasın da yeri var. Babanın kurduğu kaideye geri dönen evlat, ona annesinin geleneği ve kendi yeteneğiyle selamlıyor. Babayla ortak yanlarını keşfediyor; onunla uzlaşıyor. Bunu yaparken kendi bireyselliğini de koruyor. Babasına rağmen değil, babasıyla beraber özgürleşiyor.

Şarkının anlattığı hikaye, böylelikle, bir evladın hem babanın bilgeliğine saygı duruşunda bulunması, hem de doğaçlamanın enerjisiyle onu aştığını -ona gülümseyerek bakan babasına- ilan etmesine dönüşüyor.

Dün 85 yaşını dolduran bu ustaya uzun ömürler…

(Parçanın daha uzun bir versiyonunu, aşağıdaki 1968 tarihli TV kaydından dinleyebilir; ekibin dinginliğine karşın, Silver'ın çırpınışına şahit olabilirsiniz.)

Denizaltı Rüzgarları
Okay Temiz
Denizaltı Rüzgarları

–Toplumsal Ruhun Üstü ve Altı–

Bazı parçalar vardır, insanın bilinç kabuğundaki çatlaklardan sızıp, altta üstte ne varsa külliyen sirayet eder. Yaşantısının pek çok anında, farklı yaşlarda, farklı şehirlerde, farklı konumlarda, farklı toplumsal rollerdeyken o kişinin yanındadır. Bir süre sonra, o müziğin insanın ’psyche‘sini ele geçirmesi kaçınılmazdır.

Bazı parçalar vardır, sadece bir insanın değil, tüm toplumun ’ruh'unu tanımlar. Geniş kitlelere, onlar farkında değilken bile defalarca ulaşır. Notalarını ve ritmini -sinsice- bir toplumun ruhaltına nakşeder. Her ne kadar anlattığı mizansen farklı yorumlara açık olsa da, tema ortaktır. O parçalar, memleket ruhunun muhteviyatı konusunda tefekküre dalmış insanlar için, ortak ’psyhe'mize açılan kapının şifresinin müziğin anahtarlarında gizli olduğununun delilidir.

Ekteki parça da, özellikle 70'lerin komedi filmlerinde sıkça kullanılmasından dolayı, bu topraklarda yaşayan her yaştan insanın tını dağarcığına nüfuz etmeyi başarmıştır. Bu müziği belki Zeki ile Metin bir hastanede polislerden kaçarken duymuşsunuzdur; belki de bir Kemal Sunal filminin girişinde Şaban, Eminönü'nden Galata Köprüsü'ne akan trafikte ezilmeden karşıya geçmeye çalışırken… Ortak nokta, şaşkınlık, hareket, delilik, kaçış-kovalamacadır.

Gerçekten de Brezilya usulü bossa nova havası ile başlayan parça, Afrika'nın ensesisinden süzülüp, hızla Türk icadı bir ’psyhedelia’ ülkesinin sınırlarından içeri girer. Rüyamsı bir takdimin ardından aklı başından gitmiş düdükler ve vurmalılar, Orta Anadolu'nun elektrik çarpmış sazına yer açarlar. Bu döngü bir kaç kez tekrarlanırken, müzik ondan kaçmanıza izin vermez. Sesler yavaşça azalırken bilirsiniz ki; bu delilik bitmemiştir ve asla bitmeyecektir.

1939'da İstanbul'da doğan Okay Temiz, aldığı vurmalı çalgılar ve timpani eğitiminin ardından, çalışmalarını uzun yıllar boyunca İsveç'te sürdürdü. Trompetçi Muvaffak “Maffy” Falay'la birlikte kurduğu Sevda'nın ardından Oriental Wind adıyla başka bir grubun da öncülüğünü yaptı. (Pek çok caz sanatçısıyla yaptığı çalışmalarla tanınan Temiz'in icracı olarak yer aldığı bir blog yazısını iki yıl önce yayınlamıştım.) 

Temiz'in alamet-i farikası, doğaçlama ve müzikle sağaltım çalışmaları bir yana, vurmalı çalgı konusundaki sınır tanımaz tavrıdır. Artemiz, Yayza, Dumbuka ve Piramit gibi kendi icadı olan garip vurmalıların yanı sıra, aşağıda fotoğrafı olan ve parçayı açan Afrika menşeili - Brezilya şöhretli berimbau uyarlamasıyla da dünya sanat tarihine geçecek derecede özgün bir enstrüman mucididir. İstese tencere tava ile konser verebilecek bir ustadır.

Madem memleket sınırların döndük; o zaman bu parça da adaletsizliklere karşı koyarken, aslında kendi çıkarlarını baltalayan sefil katiller tarafından katledilen tüm direnişçiler için gelsin: Siz de artık aynen Denizaltı Rüzgarları gibi, bizim ortak ruhumuzun bir parçasısınız. Ardınızda kalanlar suçluların cezalandırılması için mücadele etmeye devam edecekler ve sizi asla unutmayacaklar!

Berimbau Okay Temiz Style

The Shoes of the Fisherman's Wife Are Some Jiveass Slippers
Charles Mingus
Let My Children Hear Music

—Cazın Kızgın Adamı, Balıkçının Karısını Tokatlıyor! —

Çinli ve İngiliz kökenlere sahip bir anne, İsveçli bir toprak sahibinin torunu ile siyahi bir ırgatın gayrimeşru oğlu olan bir baba… Charles Mingus'un (1922-1979) hard bop‘tan third stream'e, free jazz'dan gospel'e uzanan karmaşıklığı ve zenginliği, sanki şeceresinin müzikal bir tecellisi gibidir.

Mingus'un çocukluğunda Duke Ellington'la başlayan caz sevdası, kilise müziğiyle kol kola büyür. Trombon ve çello çalarak yöneldiği klasik müzik, zamanın siyahlara sunduğu toplumsal kısıtlamalardan ötürü eğitimle şekillenemez. Buddy Colette'in swing grubu ile adını bir bas dehası olarak duyurur. Duke Ellington, Louis Armstrong, Charlie Parker, Dizzy Gillespie, Miles Davis, Lionel Hampton, Max Roach gibi kendi çapına yakışır müzisyenlerle çalışır. Bu sırada kendi ’big band'lerini oluşturur. 

Ne var ki Mingus, piyano da dahil olmak üzere çok sayıda enstrüman gözü kapalı söküp takabilmesinden önce, cazla klasik müziği birleştiren, nevi şahsına münhasır bir besteci olarak önemlidir. İhtişamlı öfkesinden dolayı Cazın Kızgın Adamı lakabını alsa da, her albüm ve şarkı adı, yüksek ironi dozlarıyla, başlı başına mizahidir. Bestelerinde farklı disiplinlerden beslenen armoni ve ritmlerin birlikteliği vardır. Sanırım her müziği caza çevirebilen bir deha olarak anılmasının sebebi de bu. 

Ekte dinlediğiniz/dinleyeceğiniz/fark edemediğiniz parça, 1972 yılında yayınlanan Let My Children Hear Music albümünden. İlk kez 1965 Newport Caz Festivali'nde çalınması planlanmış, ama bu gerçekleşmemiş. Çalışma 1971'de New York'ta yapılan kayda kadar sessiz kalmış.

Orkestrasyonu Sy Johnson tarafından yapılan, (yaklaşık) on yedi sanatçı tarafından icra edilen bu Charles Mingus bestesi, sizi nerelere götürür bilmiyorum; ama bana havanın gün içinde defalarca değiştiği günleri anımsatıyor. Sabahleyin yoğun sis, kuşluk vakti hafif bir esinti, öğleden hemen önce ahmakıslatan, öğle parlak güneş, sonrasında sağanak yağmur, akşam kararsız… Böyle bir günü yaşamak mümkün mü? Hava durumundan Mingus sorumlu olsaydı; sık sık böyle karışık, ama tuhaf bir biçimde de uyumlu günleri yaşamak mümkün olabilirdi. Neticede, balıkçının karısının ayakkabıları boş yere kaymıyor!

Take Five
The Dave Brubeck Quartet
Time Out

Dave Brubeck: Dört dörtlüğün ötesi..

Cazcılar uzun ömürlü olur” önermesinin en büyük insanlarından birisi olan Dave Brubeck, 5 Aralık 2012'de, 92.yaş gününden bir gün önce, vefat etti. 

1920'de California'da doğan, pek çok caz standardına ve çoksatar albümlere imza atan bir besteci ve piyanist olan Brubeck, cazın klasik zaman işaretlerine uymayan eserleriyle hem cool jazz‘ın hem de third stream'in en önemli isimlerindendir. 

Bu coğrafyada, müzikseverlik macerası plakla başlayıp, kasetle serpilmiş bir kuşak için Brubeck demek; Amerikan cazını aşina bir kulak dolgunluğuna yaklaştıran Take Five ve Blue Rondo Alla Turca  demektir. Bu iki eseri ilk kez dinlediğim 17-18 yaşlarında, Kaliforniyalı bir adamın yaptığı bu iki parçanın neden aşina geldiğini çıkaramamıştım.

Zira, bu şarkılarından ilkinin 5/4'lük, ikincisinin de 9/8'lik olduğunu; hatta ikinci şarkının hikayesinin ekibin bir Türkiye yolculuğunda dinledikleri zeybek'e uzandığını bilmiyordum.

Ekte yer alan Take Five, Brubeck'in uzun soluklu dostu Paul Desmond'un bestelediği, caz ile ilgili olmayanların bile caz denince akıllarına ilk gelen parçalardan birisi. Cazın 4/4'ü dışında olup, bir ana akım parçasıymış hit olan bu istisna çalışmanın adı da, 5/4'lük ölçüsünden geliyor.

Çocukluğumuzun sisli anılarında varlığını hissettiğimiz, gençliğimizin uyanışlarında öğrendiğimiz, olgunluk döneminde de belki yeniden keşfedeceğimiz bu tınıların yaratıcısına bir kez daha teşekkürler.